Rüzgara Koşan Kadın: Elif Bilgiç

Nasıl da yanılırlar özgür bir ruha sınır koymak isteyenler… Bilmezler özgürlüğün tadını, gökyüzünün sonsuzluğunu, güneşin sıcaklığını, rüzgarın hızını, sokağın havasını ve keşfedilmemiş nice şeyi denemenin verdiği heyecanı….

Rüzgarı yanıma almış Kadıköy sokaklarında yürürken Elif’in çaldığı parçayı duydum… İlk görüşte  hayatınıza etki edeceğini hissettiğiniz insanlar vardır. Fazla tanımasanız da onların sizi anladığını, aynı şeyi paylaştığınızı bilirsiniz… Sanatkarlar Sokağı’nın tam ortasında beni durduran bu his sayesinde Elif ve onun sevgi ve özgürlükle çarpan kalbiyle yolum kesişti.

Elif rüzgara koşan, kendi tabiriyle “gelecekten gelen rüzgarı avlayan” muhteşem bir kadın. Çocukluğundan beri müptelası olduğu sokaklar, şimdi onun sahnesi.  Karanlıkta kalanlara ışık taşıma amacıyla bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan da kendi bestelerini sokakta her yaştan insanla buluşturuyor.

Yolun açık, sanat aşkın bol olsun rüzgar avcısı!

Rüzgar avcısı Elif Bilgiç’in hikâyesini dinlemek için geldim…

Aslında her şey çocukluğumla başladı (Gülüyor). Şaka bir yana, tuhaf bir çocuktum ben. Yaşıtlarım saçlarını ören, hanım hanımcık, evlerinde evcilik oynayan çocuklarken biz inşaat kumları arasında karınca toplardık,  onları bulduğumuz sigara paketlerinin içine koyardık.

Ailenin haberi var mıydı?

Ailem hiç istemezdi. O kadar karşıydı ki sokakta oynamamıza ama o zamanlardan sokak çocuğu olduğumuz belliydi. Çişimiz gelirdi, annem beni dışarı yollamaz diye eve gitmek istemezdik.

O zaman epey azar işittin…

Çok… Çok kayboldum, azar işittim, dizlerimi kanattım. İçinde büyüdüğüm sokak kaldırımlarının tozlarını epey yuttum.

Elif Bilgiç

Bazı insanların erken yaşta hayatında dönüm noktaları olur. Öyle bir şey yaşadın mı?

Hiç öyle şeyler yaşamadım. Salak bir çocuktum gerçekten. Aklım fikrim sokak, toz, topraktaydı… Ama çok kitap okurdum. Teyzemin büyük bir kitaplığı vardı. O kitaplıktan ilgimi çeken kitapları ondan habersiz alırdım.

Bir gün teyzemin kitaplığında Nasuh Mahruki’nin ‘Bir Dağcının Güncesi’ kitabı dikkatimi çekti. Ben bir heyecan, bir heyecan… O kitabı okuduktan sonra dağcı olmak istedim. Teyzemin National Geographic dergileri vardı, oradan arkeoloji dikkatimi çekti. Bu sefer anneme gidip dedim ki “Anne ben arkeolog olacağım”. Sonra Yüzüklerin Efendisi vizyona girdi. “Anne ben büyüyünce yönetmen olacağım dedim”. Ne gördüysem onu olmak istedim. Sinema-TV okuyacağım umuduyla sınavlara hazırlandım, sonra gazeteci oldum.

“Tıpkı gazetecilik gibi keman beni seçti…”

Keman ne zaman hayatına girdi?

13’ten önce sanıyorum. O zamanlar ergenliğin ve ablamın etkisiyle gotik metal grupları dinlerdim. Bu grupların müziklerinde senfonik ögeler vardı. Çellolar, kemanlar, opera vokaller… O kadar fantastik ve etkileyici geliyordu ki… Çello çalmak istedim.

Ablam metal gruplarıyla ilgilendiği için elektrogitar almak istiyordu. Biz bunun için Eminönü’ne gittik. Ben de o sırada rafta duran kemanlara bakıyormuşum. Annem bunu görmüş. Ertesi gün uyandığımda salonda masanın önünde bir keman çantası duruyordu. Anlayacağın keman anne sürpriziyle hayatıma girdi. Tıpkı gazetecilik gibi keman beni seçti.

Sonra…

Ablam üniversiteyi yeni kazanmıştı. Evin maddi kaynaklarının çoğu ona gidiyordu. O yüzden ilk zamanlarda kursa gitme şansım olmadı. Televizyon kanallarında konserleri izlerdim. İzlediğim konserlerdeki orkestra adlarını, enstrümanlarını, parçaları ajandama not alırdım. Bir yandan kemanı nasıl tuttuklarına bakardım. Ablamın gitar çalmak için kullandığı program aracılığıyla sevdiğim parçaları çalışmaya başladım.

Bir süre sonra bir arkadaşım aracılığı ile keman virtüözü Muhammet Yıldırır ile tanıştım. İlk keman dersimi ondan aldım. Daha sonra Evrensel Sanatlar Müzik Akademisi’nde 2 sene kadar ders aldım.

Bir gün 3 sokak müzisyeni gördüm, çello çalıyorlardı.  İTÜ’nün üniversite topluluğunun orkestrasında çalıyorlarmış. Orkestranın seçmeleri varmış. Seçmelerine gittim ve kabul edildim. İlk orkestra deneyimim de öyle başladı. Oradan da şimdiki orkestrama Taşplak Senfoni Orkestrası’na katıldım.  Her hafta Salı günleri oraya gidiyorum. Ayarlayabildiğimiz zaman konserlerimiz oluyor.

Sokakta çalmaya ne zaman başladın?

5 yıl önce Taksim’deyken çello çalan bir sokak müzisyeni gördüm. Çok sevdiğim bir parçayı çalıyordu. Nightwish-While Your Lips Are Still Red. O an durdum. Şahin’in (çalan kişi) karşısında oturdum. Saatlerce onu dinledim. Onu dinledikten sonra sokakta çalacağım dedim.

“Sokak hiçbir konser salonunun alamayacağı kadar büyük bir kitleye sahip…”

Ailen ne tepki verdi?

İlk başta onaylamadılar. Ailemin kabul etmemesine rağmen sokak müziği yaptım. İlk akşamı hatırlıyorum… O kadar heyecanlandım ki…  Acaba zabıta gelecek mi? Acaba başka müzisyenler beni kaldırır mı? İnsanlar çaldıklarımdan rahatsız olur mu? Biraz tedirgindim. Parmaklarım titriyordu… İlk bir saat öyle geçti.

Sonra ilk dinleyicim geldi, bozuk para attı. O kadar mutlu oldum ki… Sokak hiçbir konser salonunun alamayacağı kadar büyük bir kitleye sahip. Farklı yaştan, kültürden, karakterden… Sanırım en çok bu yüzden sokak müziğini yapmayı seviyorum.

Nerede çaldın?

Taksim’de. O zamanlar Taksim sokakları daha iyiydi. Bir kültür vardı. Çalınan enstrümanlarda bir ruh vardı, ticari amaç güdülmüyordu. Hala yaşamaya devam eden, direnen bir ruh var.

Aynı zamanda çalışıyorsun. İşle birlikte sokak müziğini nasıl yürütüyorsun?

Fırsat buldukça gidiyorum. Yağmur yağmazsa, kar kış bastırmazsa…

Olumsuz tepkilerle karşılaştın mı?

Olumsuz diyebileceğim tepkilerle karşılaştım ama bu beni pek üzmedi. Sadece içinde yaşadığım toplumun gerçeklerinin bir kez daha farkına vardım. Saçlarım, renkli gözlerim nedeniyle beni yabancı zanneden oluyor. Biri “Gelmiş elin gavuru memleketimde keman çalıyor “ dedi önümden geçerken.

Veya amcanın biri yanıma telefonu uzatarak geliyor. Arabesk bir şeyler çalıyor. Gelirken de “Bak bak bunları çal. Sen Türklüğünü unutmuşsun, Türklüğünü” diyor. Ama o esnada ben Karahisar Kalesi türküsünü çalıyordum mesela…

Bu beni daha fazla müzik yapmak için teşvik etti.

“İlk aşkımı sokakta kaybettim…”

Unutamadığın bir anı oldu mu hiç?

Çok var, hangisini söylesem… Bir pişmanlığım var aslında… Daha yeni çalmaya başlamışım… Yanıma çok hoş bir çocuk geldi. O zamanlar benim de kemanım bozuk, akordunu yapmaya çalışıyorum. “Fotoğrafını çekebilir miyim?” dedi.

“Çekebilirsin ama şu anda çalamıyorum, kemanım bozuk” dedim. “Tamam, ben biraz dolanayım eğer geri döndüğümde çalıyor olursan çekerim fotoğrafını” dedi. Ben de “Tamam” dedim.

Çocuk bana akort cihazı almış, arkasına adını ve telefon numarasını yazmış. Başta kabul etmek istemedim ama bir yandan da elim ayağıma karıştı. Çok hoşlandım o çocuktan…

“Ben yine de buraya bırakıyorum, aramak istersen ararsın” dedi ve ben bu çocuğa yazmadım… Numarasını da kaybettim. Adını bile tam hatırlayamıyorum ama en büyük pişmanlığım buydu.

Sokaklarda büyüdüm, ilk tecrübelerimi hep sokakta yaşadım ve belki de ilk aşkımı sokakta yaşayacaktım… Ama ilk aşkımı sokakta kaybettim.

Az önce çok güzel bir hikaye anlattın… Aşk hakkında ne düşünüyorsun?

Aşk konusunda şanssız bir insanım. Hayatıma çok fazla insan girmedi. Zamane gençlerinin içinde sevgi yok… Bir insanı sevmekten, bir insanla paylaşım odaklı bir ilişki kurmaktan korkuyorlar. Daha yüzeysel bakıyorlar. Ben biraz daha paylaşım odaklıyım. Bir insanın hayatındaysam o insanı özlerim, mutluluğunu ve üzüntüsünü paylaşmak isterim. Güzel anılar biriktirmek isterim ama henüz bunları hissedebileceğim bir insanla karşılaşmadım. Özetle şanssızım ilişkiler konusunda.

Hayatın ne getireceği hiç belli olmaz…

Bakalım, hayat… Kendim gibi bir sokak çocuğu bulabilirsem… (Gülüyor)

Anlattıklarından anladığım kadarıyla sokakta çalarken seni dinleyenlere de odaklanabiliyorsun…

Tabi… Dinlerken mutlaka göz göze gelmeye çalışırım. Yüzündeki ifadelere bakarım. Özellikle çocuk varsa… Çocukların önünde eğilip çalarım. Genellikle çocuklar çok dikkatli dinliyor ve bakıyorlar. Şu ana kadar gördüğüm en eğlenceli dinleyici kitlesi onlar.

“Gazetecilik ve müzik ile insanlara ışık taşıyorum”

Geleceğe yönelik planların var mı?

Hiç bilmiyorum… Çocukluğumdan beri rüzgâr avcısıyım. Gelecekten esen rüzgarın sırtına atlıyorum ve o rüzgar taşıyor beni. Amacım o rüzgarı yakalamak.  Şu anda tek amacım içinde bulunduğum zamanı dolu dolu yaşamak. Emeğimi, bilgimi, sevgimi paylaşabildiğim kadar paylaşıp kendi bakış açımı geliştirmek…

Müzik ve gazeteciliğin sende nasıl etkisi oldu?

Müzik öyle bir şey ki, duygularını seni hiç tanımayan birine anlatabiliyorsun ve o, seninle aynı duyguları hissediyor. O insanla bağ kuruyorsun. Gönülden gönüle kurulan köprüdür müzik…

Müziğin bana kattığı aslında biraz da bu. Ben de kendi bestelerimi yapıp tanımadığım ama aynı duyguları paylaştığım bir insanla birleşiyorum. Böyle böyle kurulur köprüler. Sanat en çok böyle zamanlarda toplumu birbirine bağlar. Bu yüzden baskıcı iktidarlar durdurmak ister sanatı…

Gazetecilik de birazcık böyle… Yazarak bağ kurmaktan öte insanlara bir şey gösteriyorum. Kendi gördüğüm olayı, şahit olduğum bir gerçekliği kendi gözümden insanlara anlatıyorum. İnsanlara ışık taşıyorum…

Şöyle bir şey anlatayım. İlk röportajımı Sunay Akın ile yaptım. Bana dedi ki “Işık, sanat, eğitim ve bilgi karanlıkta kalmış insanın hakkıdır. Bir sanatçı, gazeteci ya da ışık taşıyan herhangi bir insan, ışığı kendisi için değil karanlıkta kalmış bir insan için taşır”. Bu röportaj bütün hayatımı etkiledi, bakış açımı değiştirdi. Gazeteciliğin bana kattığı şey de bu. Bir insan bilgisiz bırakılmışsa, onu bilgilendirerek savaşacaksın. Bu insan çok cahil diyerek değil.

Peki, Türkiye’de kadın olmak…

Türkiye’de kadın olmak çok zor bir şey. Kadınların en çok ekonomik olarak bağımsız olması gerekiyor… Kadınlar çok güçlü olmalı. Hayatı boyunca beyaz atlı prens hayalini kurup, hayalindeki erkeği bulunca geride durmamaları gerekiyor. Daha fazla okumalı, daha fazla gezmeliler. Bilgisizliğe mahkum edilmek istenen bir toplumda özgür bir kadın olmak için çok mücadele vermek gerekiyor. Entelektüel açıdan, ekonomik açıdan…

You May Also Like

Öteki’nin Yanında 30 Yıl: Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu

Değişimden Korkma, Değişimle Dans Et: Çiğdem Berk

Tüm Hikayeler Gitmekle Başlar: Aliye Saygı

Cesaret Korktuğun Şeydir: Nazlı Yılmaz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir