Bir Hayale Tutunmak: İmge İldem

“Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Tutkudan ve duygularından kaçanlar, işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler. Bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler…”

Pablo Neruda

Tim Hardin ayrılığı anlattığı bir şarkısında sevdiği kadına seslenirken, hepimizin hayatına etki edebilecek bir soru sormuş: Bir hayale/bir rüyaya nasıl tutunabiliriz?

Ağır ağır ölmeden, mutsuzluklarımızı olduğu gibi bırakmadan, etrafı dinlemeden bir hayali gerçek kılmak… Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırmaz mı bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına?

İyi bir profesyonel kariyer ve yaşadığı onlarca dünya şehrinden sonra mutsuz olduğunu fark eden ve yaşamını tamamen değiştiren bir kadının öyküsüdür bu.

Bir blogger’ın hayatı 100 şeye indirmekle ilgili yazısını okuduktan sonra hem kişisel hem de mesleki hayatında fazlalıklarını azalttı. Az’dan çoğalmayı ve fotoğrafla İstanbul’da iz bırakmayı seçti.

Fotoğraflarıyla çocuğuna bırakabileceği bir İstanbul hikayesi yaratmayı hedefleyen Fotoğrafçı ve Yazar İmge İldem’in öyküsü bir hayale tutunan tüm ruhlara gelsin!

İmge İldem’in hikayesi ile başlayalım…

Benimkiler TRTci bir aile. Annem prodüktör, babam yayın şefiydi. Babam çok güzel fotoğraf çekerdi, sanata eğilimliydi. Fakat memuriyetin ve 2 çocuk büyütmenin getirdiği maddi zorluklar vardı. Dolayısıyla o sanatçı tarafını hiç çıkarmadı.

Annem de emekli olduktan sonra yağlı boya yaptı. Çok güzel hikayeleri vardır.

İkisi de sanata düşkünlerdi. Zaten o dönemde yani ilk TRT kurulduğunda giren insanlar şairler, ressamlar… Hep öyle bir kadro varmış TRT’de.

Çoluk çocuk derken zamanla sıradanlaşan hayatlar… Ama hayat öyle bir şekilde yol alıyor ki engel olamıyorsun.

Eğitim, kariyer nasıl ilerledi?

9 Eylül Üniversitesi Sinema Televizyon/Senaryo Yazarlığı bölümünü bitirdim. Üniversitede okurken TRT’de müzik programları hazırladım, seslendirme yaptım. Okul bittikten sonra Amerika’ya gittim.

Cebimde sadece 500 Euro var, memur aile… Çocuk bakıcılığı yaptım.  Bridgit Mendler’a bakmıştım, daha sonra ünlü oldu hatta.

Çocuk bakıcılığı sonrası garsonluk yaptım. Sonra müdür yardımcısı oldum, Washington DC’deydim. Ardından New York’a taşındım, orada müdürlük yaptım. New School’dan dersler aldım.

İlginç bir evlilik hikayem var, o apayrı… Evlendim, kızım oldu. Daha sonra Londra, Belçika, Dubai, Ankara, İstanbul… Eski eşimin işi nedeniyle 10 yıl içerisinde 5 ülkeyi devirdim.

Yerleşik bir hayat olmayınca ilişkiyi sorgulayamıyorsun. Çünkü bir yerden bir yere sürekli taşınıyorsun. Mutsuz olduğunu biliyorsun ama alışkanlıklar… Türkiye’ye gelince baktım mutsuz bir insan olduğum, gülmeyi unuttuğum aşikar, yollarımızı ayırdık.

Türkiye’ye gelince yıllar sonra insan ne biliyor onu unutuyor. TV sektörüne girsem proje bir var bir yok. Boşanmış ve para kazanması gereken bir kadının yapması gereken stabil bir iş değil. Düzenli bir iş olsun diye yiyecek-içecek sektörüne girdim. Yıl 2002, 2003.

Ortaköy’de, Çengelköy’de önemli restoranlarda müdür olarak çalıştım. O stabil parayı kazandım ama çalışma saatleri, çocuğu büyütmek, bakıcılar… Çok zor bir şey oldu.

İşi bırakınca hayatımda sanat olsun istedim. Fotoğrafa ve kitap yazmaya başladım.

İşi bıraktıktan sonra hayatında neler değişti?

Ekonomik olarak zorlayan kısımları var. Para beklentisi olmadan fotoğraf çekmek kolay bir şey değil. Herkese işi bırakın, kafanıza göre yaşayın diyemem. İşin o kısmı da kolay değil.  Yine de her şey para da değil.

Hep hayatımda motto olan şey azla çoğalmak. ‘100 Şeyle Yaşamak’ isimli bir makale okumuştum.  Amerikalı bir blogger sahip olduklarını 100 şeye indirmeye karar veriyor. Ben de taşındıktan sonra fazla eşyalarımı depoya koymaya karar verdim. Depoya koyduklarımda neyi özlersem, neyi hatırlarsam ona bakarım diye düşündüm. Epey şey attım.

Peki, neyi hatırladın?

Saçma gelecek ama çok ilginç bir şeyi özledim mesela. Günde 8-9 tane kahve içen bir insanım ve kahvenin miktarını ayarlayan bir kaşığım vardı. O kaşık doğru kahveyi yapmaya yarıyor. Aslında hayatında doğru şeyi doğru şekilde yapmanı sağlayan şeyleri tutman lazım. Aynı şekilde özlediğin ve aklına gelen insanları tutmak.

“Fotoğrafını çektiğim yerlerde İmge’nin izini bırakıyorum.”

Fotoğrafa nasıl başladın?

4,5 yıl önce işten ayrıldığım dönemde, bir arkadaşım bana fotoğraf makinesi almıştı. O da fotoğraf çekiyordu. Sri Lanka’ya gidip fotoğraflar çektim. Tabi o zaman turist fotoğrafçılığı, şimdi gitsem daha farklı şeyler çekerdim. Öyle başladım. Kendi kendime öğrendiğim bir süreç oldu. Kendi hikayelerimi, anlatacaklarımı fotoğrafla ifade etmeye çalışıyorum.

Fotoğraf hayata bakış açını nasıl değiştirdi?

Algıları açıyor, farkındalığı artıyor. Hayatın her anını kaçırmadan yaşamanı sağlıyor. Fotoğraf makinesinden bakarken aslında gerçek anı kaçırdığın söylenebilir ama bir taraftan bütün detayları görüyorsun, geçtiğin yerlerin izini sürüyorsun.

Salyangozlar yürürken arkasında fosforlu bir iz bırakır ve gece de o ışıldar. Benim için de öyle. Fotoğraf çekerken fotoğrafını çektiğim yerlerde İmge’nin izini bırakıyorum. İz bırakan bir eylem fotoğraf. Bir başkasına bırakılması da gerekmiyor, aslında ben hatırlayayım diye bırakıyorum.

İstanbul’un haberi yok belki ama bir iz bırakıyorum.

Çektiğin fotoğraflarda önceden hazırladığın bir kurgu oluyor mu?

Fotoğraf: İmge İldem

Senaryo yazsam diye yola çıkıyorum. Ama o sıradaki psikolojim, enerjim, sokağın insana verdiği, çektiğin insanın sana verdiği enerji… Sokaktaki insanlar profesyonel oyuncu değil. Onları olduğu gibi, senin ekleyebileceğin bir şeyle çekiyorsun. Ama bir modelle çalışırken söylüyorsun ne yapması gerektiğini. Sürekli yapabildiğim bir şey değil. Siyah beyaz çalışıyorum. Detaylar daha çok ortaya çıkıyor. Renkler ilgili dağıtıyor bana göre.

Siyah-beyaz çekimin bakış açınla ilgisi var mı? Fotoğraflarda samimiyetle karışık bir hüzün hissediyorum.

Evet, olabilir. Geçenlerde mutlulukla ilgili bir etkinlik vardı. Şeyin farkına vardım. Hiç fotoğrafını çektiğim mutlu insan yok. Hüzün iyi fotoğraf verir ama benim bakış açımla da ilgisi olduğunu düşünüyorum. Hüzünlü bir tarafım var. Neşeli, gülmeyi seven bir tarafım da var ama bir şekilde hüzün daha çok öne çıkıyor.

Kadrajda bir fotoğrafçıyım. Manzarayla, kumsalın üstündeki boş bir bank çekerek de hayatı sorgulayanlar var. Ama ben dolu dolu bir hikayeyle hayatı sorgulamaya çalışıyorum.

“Çocuğuma bırakacağım İstanbul hikayesi bu. İstanbul’a gittiğim, her köşesini çektiğim…”

İşin maddi tarafını nasıl hallediyorsun?

Bazen yarışmalardan, ödüllerden geliyor. Evim var, maaşım var. Çok değil ama yeterli. Yani bunu ayıracak zaman bırakıyor bana. Mutlu olmak ve kendimi ifade etmek her şeyden önemli.

Fotoğraf: İmge İldem

Zaman o kadar hızlı ki, fotoğraf çekerken daha iyi anlıyorsun. Bir gittiğin yer bir daha aynı kalmıyor. Bir insanı görüyorsun bir daha orada olmuyor. O değişimi fotoğrafla görebiliyorsun. Bir taraftan da çocuğuma bırakacağım İstanbul hikayesi bu. İstanbul’a gittiğim, her köşesini çektiğim…

İstanbul’un birçok yerini gezmiş ve fotoğraflamış biri olarak İstanbul’daki değişime yönelik izlenimlerin neler?

Mekanlara eskisi gibi giremiyorsun. O kadar çok görüntü kirliliği var ki, o güzelim mekanlar görüntü kirliliği içinde kayboluyor. Her yer tarih dolu ama onu o kirli görüntülerle gizleniyor.

O kadar ülkede yaşadım, Birinci Köprü’nün tam ortasından geçerken dünyanın en güzel yeri İstanbul diye düşündüm. Çünkü orada detaylar ve kirlenmişlikler görünmüyor. Ama içindeyken görüntü, ses, çevre kirliliği… İstanbul kirlendi ve eskisi kadar güzel değil. Ne insanlar masum ne de İstanbul. En çok beni o rahatsız ediyor.

Zaman zaman geçmişe yönelik sorgulamalar yaptığını söylemiştin. Değiştirseydim dediğin bir şey oldu mu?

Çok var ama bir şeyi değiştirirsen çorap söküğü gibi başka şeyler de beraberinde geliyor. Onların arasında değişmesini istemediğim şeyler var.  O yüzden bir şeyi değiştirmem. Her şey birbirine bağlı ve hepsi bana bağlı. Bugünkü beni oluşturan olay örgüleri birbiriyle bağlantılı. O zaman o olmasaydı ben o özelliğe sahip olmazdım. Ya da o değişseydi hayatımda sonradan olacak çok önemli bir şey de değişecekti. Keşke demeyi de sevmiyorum.

Olumlu da olumsuz da olsa değiştirmek istemezdim.

You May Also Like

Öteki’nin Yanında 30 Yıl: Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu

Değişimden Korkma, Değişimle Dans Et: Çiğdem Berk

Tüm Hikayeler Gitmekle Başlar: Aliye Saygı

Cesaret Korktuğun Şeydir: Nazlı Yılmaz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir